Sponsorlu bağlantılar

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Kısaca Henry James Kimdir? Biyografisi



Henry James, (d. 15 Nisan 1843, New York kenti, ABD – ö. 28 Şubat 1916, Londra, İngiltere), ABD’li romancı. 1915′te İngiliz uyruğuna geçerek Angloamerikan kültürünün önemli bir kişisi olmuş, Daisy Miller (1879; Daisy Miller, 1963), The Portrait of a Lady (1881; Bir Hanımın Portresi), The Bostonians (1886; Bos­tonlular) ve The Ambassadors (1903; Bü­yükelçiler) gibi yapıtlarında Eski dünya’nın çürümüşlüğü ve bilgeliğiyle Yeni dünya’nın saflığı ve coşkunluğu arasındaki çatışmayı işlemiştir.

Gençlik yılları ve eserleri: Ağabeyi Williarn gibi James de çok küçük yaşta yurt dı­şına götürüldü, özel öğretmenler ve bakıcılar tarafından yetiştirildi. İki kar­deş çocukluk yıllarını o dönemde hâla kapalı bir çevre olan Manhattan’da geçir­dikten sonra ilkgençlik çağlarında Cenevre, Paris ve Londra’ya dönerek o dönemde pek az Amerikalıya nasip olan ölçüde yabancı dil öğrenme ve Avrupa’yı tanıma olanağı­nı buldu.

 İç Savaş arifesinde James ailesi Rhode Island’ın Newport kentine yerleşti. Henry hem orada, hem de henry-jamesdaha sonra Boston’da New England’ı yakından tanıdı. Gönüllü itfaiyecilik yaptığı sırada bel kemi­ğini inciterek birkaç yıl evden çıkamadı ve böylece İç Savaş’tan uzak kalmanın verdiği suçluluk duygusu biraz hafifledi.

Bir ara meslek edinmesi gerektiği düşüncesine ka­pıldı ve 19 yaşında Harvard Hukuk Okulu’na yazıldı, ama zamanını daha çok Sainte- Beuve, Balzac ve Havvthorne gibi yazarları okumakla geçirdi. İlk öyküsü iki yıl sonra New York’ta çıkan Continental Monthly’de imzasız olarak, ilk kitap eleştirileri ise North American Review’da yayımlandı. William Dean Howells Atlantic Monthly’nin {The Atlantic) yayın yönetmeni olunca James’i destekledi ve yazılarını düzenli olarak yayımladı; ikisi birlikte Amerikan gerçekçili­ğinin sözcüsü oldular.

Yirmi beş yaşına ulaştığında James, ABD’nin en yetenekli öykü yazarlarından biri sayılıyor, ama olaylardan çok, zihinsel yaşamı yazma eğilimi yüzünden eleştiriliyordu. Bu ilk dönem öykülerinde Newport ve Saratoga’daki var­lıklı çevrelerin yaşamlarını yansıttı ve yer yer George Sand ve Prösper Merimee’nin etkisinde kaldı. İngiliz yazarlardan George Eliot’ı, ABD’li yazarlardan Hawthorne’u örnek alıyordu. Yoğun bir çıraklık dönemi geçirdi.

 Roman yazmaya girişmeden önce 10 yıl kadar öyküler, kitap eleştirileri ve makaleler yazdı. Yazarlık geleneğinin par­çası olan bir de “büyük gezi” yaptı. 1869′da yetişkin olarak ilk kez Avrupa’ya gitti. İngiltere, Fransa ve İtalya’da geçirdiği yıl­lar, ömrü boyunca hep bildik yerlere yapa­cağı gezilerin yolunu çizdi. James hiç evlen­medi. Arkadaş canlısı ve toplum yaşamını seven biri olmakla birlikte uzun süre insan­larla ilişkilerinde “mesafeli” davranmaya ve herhangi bir bağlantıya girmemeye özen gösterdi.

Yazarlık yaşamının ilk dönemi: Kozmopo­lit bir ortamda yetişen ve Avrupa’nın çeki­ciliğine kapılan James, ABD’de yaşayıp çalışmayı denemek için büyük çaba göster­di. iki yılını Boston’da, iki yılını Avrupa’da (daha çok Roma’da) ve bir kışı da New York kentinde para için yazarak geçirdikten sonra, yurtdışında daha iyi yazacağına ve daha kolay yaşayacağına karar verdi. Böy­lece uzun yurtdışı yaşamına başlayan Ja­mes, 1875′te Tiber Irmağının kıyılarında yaşayan Amerikalı bir heykelcinin tutkularıyla sanatı arasındaki mücadeleyi anlatan Roderick Hudsonı yayımladı. Ardından ge­zi yazılarından oluşan Transatlantic Sketches (1875; Okyanusaşırı Notlar) ve bir masal kitabı basıldı. İzleyen 40 yıl içinde de 100 dolayında yapıtı yayımlandı.

1875-76 yıllarında Paris’te yaşayan James, New York Tribune’a edebi ve güncel yazılar yazdı; ayrıca The American (1877; Ameri­kalı) adlı romanı üzerinde çalıştı. Yapıtları­na değer verdiği Rus romancı Turgenyev’le tanıştı ve onun aracılığıyla Flaubert’in çev­resinde toplanan edebiyatçılara katıldı.

 Bu­rada Edmond de Goncourt, Emile Zola, Daudet ve yapıtları henüz yayımlanmamış olan Guy de Maupassant ile tanıştı. James, Fransız yazarlardaki yoğunluğu seviyor, ama onların “kirli” konularını beğenmiyor­du. Daha çok Turgenyev’e yakınlık duydu; romancının “öykü”ye fazla önem vermesi gerekmediği, karaktere ağırlık vererek ro­man kahramanının yaşantısına varabileceği yolundaki görüşüne ondan destek buldu. Fransa’yı çok sevmesine karşın, bu ülkede sürekli yabancı kalacağı duygusuna kapıla­rak 1876′nm sonunda Londra’ya gitti. 1878′de, Roma’da bir Amerikalının aşk öyküsü olan Daisy Miller’ı yayımlayarak uluslararası üne ulaştı.

James’in ünü Amerikan kadını üzerine çok yönlü çalışmalarına dayanıyordu. Bir dizi nükteli öyküsünde, Avrupa toplumunda Amerikan ölçülerine göre yaşamakta dire­nen, “kendi kendini yetiştirmiş”, cesur ve atılgan Amerikalı tipini yansıtmıştı. 1881′de yayımladığı The Portrait of a Lady adlı başyapıtıyla yazarlık yaşamının bu dönemini kapattı.

 Roman Avrupa’ya Albany’den gelen genç bir kadının bütün taşralılığının ve iddialı görünümünün yanında bağımsızlık duygu­sunu, “özgür ruhu”nu ve Victoria dönemi değerleri çerçevesinde yalnızca evlenilebile- cek bir nesne olarak görülmeye direnişini anlatıyordu. İngiltere ve İtalya’daki Ameri­kalıların yaşamını yansıtmakta çağdaş ro­man tarihinde benzeri bulunmayan yapıt hem tümüyle bencil bir grup insanı inceli­yor, hem de Amerikan karakterini keskin bir gözle değerlendiriyordu. Roman Ameri­kan mitosunu içeriyor, tarihsel körlük ve gururla çevrili bir özgürlük ve eşitlik ülkü­süne, sık sık cömertliğe dönüşen bir kişisel çıkar duygusuna ve bu cömertliğin güç kullanımı olarak yorumlanmasının yol açtığı incinme duygusuna yer veriyordu. James kişisel ilişkilerdeki güç öğesini derinden kavramış bir yazardı.

Yazarlık yaşamının ikinci dönemi: 1880′lerde James toplumsal reformcuları ve devrimcileri konu alan The Bostorıians ve The Princess Casamassima (1886; Prenses Casamassima) adlı iki roman yazdı. Birinci­sinde Kuzey’de yaşayan bir Güneylinin tutucu erkekçiliğiyle öfkeli bir kadın hakları savunucusu arasındaki mücadeleyi inceledi. Dar kafalıların, geçici heveslilerin, idealist yenilikçilerin incelendiği The Bostornans döneminin en kapsamlı Amerikan toplum­sal romanıydı.

 The Princess Casamassima’ da ise James, o yıllardaki anarşist şiddeti ele aldı ve devrimle oyun oynayan ama sonun­da devrimin kurbanı olan birinin mücadele­sini anlattı. Bunları izleyen The Tragic Muse’da (1890; Trajik Esin Perisi) Londra ve Paris’teki resim ve tiyatro çevrelerini, sanatla “dünya” arasındaki çatışmayı konu aldı. 1890-95 arasında tiyatroda başarı kazanmaya çalıştıysa da amacına ulaşamadı; daha sonra da bu alandaki deneyimini romana uyarlamaya uğraştı

. Bu çabanın sonucunda tümüyle değişen anlatım yöntemlerini The Spoils of Poynton (1897; Poynton’un Ganimeti), What Maisie Knew (1897; Maisie’nin Bildiği), The Turn of the Screw (1898; Yürek Burgusu, 1988), İn the Cage (1898; Kafeste) ve The Awkward Age’de (1899; Garip Çağ) uyguladı. “Gö­rüntü” ile dramatik sahneyi dönüşümlü olarak kullanmak, belirli bir bakış açısını korumak, bazı bilgileri okurdan saklamak, yalnızca kahramanların gördüklerini söyle­mek gibi yöntemlere başvurdu. Bu dönem­de daha çok çocukların ahlaki eğitimini ve bilinçlenmesini konu aldı; gerçekte bu öte­den beri işlediği yozlaştıran bir dünyada masumluk temasının İngiltere’ye uygulanı­şıydı.

Yazarlığının son dönemi: Bu “geçiş” döne­minin deneyimleriyle James yüzyılın başın­da 20. yüzyıl romanının yolunu açan üç büyük roman yazdı. Yazarlığa kalabalık yaşam sahnesini inceden inceye betimleyen bir gerçekçi olarak başlamıştı. Olgunluk döneminde ise sahneyi görece boş bıraka­rak küçük bir grup insanı gergin bir durum­da ele aldı ve çeşitli bakış açılarından geçmişe dönerek bu insanların öykülerini anlattı. Bu arada konularım da genişleterek dar bir çerçeve içinde kişisel amaçları ve bireyler arasındaki sorunları incelemek yeri­ne insanların kimliklerini bulma, varlıklarını sürdürme mücadelesi verdikleri bir toplum ve uygarlık anlayışına yöneldi.

Üç romandan ilki olan The Ambassadors Avrupa’daki Amerikalıların davranışlarını ince, nükteli bir dille ele alan bir yüksek komedi örneğiydi. Romanda orta yaşlı bir Amerikalı, varlıklı ailesine göre yurtdışında çok uzun süre kalmış zengin bir genci Massachusetts’in sanayi kentlerinden birine geri getirmek için Paris’e gidiyor ve olayları gittikçe daha iyi algılamaya ve kavramaya başlıyordu. Roman ayrıca New England’ın katılıklarıyla Avrupa’nın esnek ahlak ölçü­lerini karşılaştırıyordu. Dizinin ikinci kitabı The Wings of Dove (Güvercin Kanatlan), The Ambassadors’dan sonra yazılmasına karşın 1902′de yayımlandı. Londra ve Ve­nedik’te geçen bu çok dokunaklı roman iyi niyetli ama aynı zamanda gururları ve akıllarıyla saldırganlaşabilen kişilere ilişkin güçlü bir incelemeydi. The Golden Bowl ise (1904; Altın Kâse) temelde dört kişi arasın­da geçiyor ve bir zina olayını konu alıyordu. Birinci bölümde olaylar aristokrat koca­nın, ikinci bölümde ise gittikçe bilinçle­nen karısının bakış açısından anlatılıyordu.


Üç romanda da temalarmdaki melodramatik öğe kadar olay örgüsüne ve karaktere bağımlılığı aşan bir nitelik vardı. Üçünde de bazı kusurları olan bir uygarlığın ancak insanın özel yaşamını ve özgürlüğünü kabul ederek, ahlaki ve manevi denetime yeterin­ce önem vererek ayakta kalabileceği vurgu­lanıyordu. Bu romanlar yalnızca Batı toplumlarının ayakta kalma biçimlerinin felsefi bir incelemesini değil, aynı zamanda, top­lumsal bir ahlak anlayışını da içeriyordu. Buna göre Batılı insan, ne kadar kusurlu olursa olsun, onu kaostan kurtaran kalıp ve gelenekleri geliştirmeli, birlikte yaşadığı nesnelerin ve yapıların değerini bilmeliydi.


James ancak ileri yaşlarında çeşitli kurum­lar tarafından onurlandırıldı. Oxford ve Harvard üniversiteleri kendisine onursal doktorluk unvanı verdi. Ulusal Sanat ve Edebiyat Enstitüsü üyeliğine ve 1905′te Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi üyeliğine seçildi. 1915′te İngiliz uyruğuna geçerek I. Dünya Savaşı’nda olanca gücüyle ingiltere’yi destekledi. Bunun üzerine Kral V. George’dan Liyakat Nişanı aldı. Ölü­münden sonra külleri ABD’ye götürülerek, Cambridge’deki aile mezarlığına gömüldü.


Değerlendirme. Henry James Amerikan edebiyat tarihinin en uzun süre yazan, en verimli ve en etkili yazarlarından biriydi. Baştan beri ustası olduğu düzyazı sanatını getirdiği yeniliklerle zenginleştirdi; biçimini genişletti ve ona son derece özgün bir üslubun ve yöntemin damgasını vurdu. Elli bir yılda 20 roman, 112 öykü, 12 oyun, gezi ve eleştiri kitapları, ayrıca gazetelere birçok edebi makale yazdı. Yalnızca büyük bir usta değil, okyanusaşırı kültürün de önde gelen kişiliklerinden biriydi. Yurtdışındaki Amerikalı efsanesini biçimlendirdi ve bu efsane­yi ustası olduğu “uluslararası roman”a kattı. Yabancı ve aristokrat bir kültürle karşı karşıya gelen demokratik ve bereketli bir Amerika’ya ilişkin gözlemleriyle, ABD’nin olgunlaşarak 20. yüzyılda bir dünya devleti olarak karşılaşacağı ahlaki sorunları önce­den sezdi.


Yaşadığı dönemde sınırlı bir okur çevresi vardı. 1943′te doğumunun 100. yıl kutlama­larından sonra yapıtlarına duyulan ilgi arttı ve gittikçe daha çok okur kazandı. Yapıtları pek çok dile çevrildi ve 1960′ların sonundan başlayarak roman sanatının en büyük usta­larından biri kabul edildi. İçsel yaşamı yansıtmasıyla 20. yüzyılda gelişen “bilinç akışı” tekniğinin öncülerinden oldu. İngiliz ve Amerikalı eleştirmenler tarafından ya­zarlık yaşamının başında bir “betimleyici”, sonunda ise modern bir izlenimci ve simgeci olan büyük bir yaratıcı olarak kabul edilir. Temel kavramlarının çoğunu ondan alan çağdaş roman eleştirmenlerince bu alandaki en büyük kuramcı sayılmış, James Joyce, Graham Greene, Joseph Conrad, Virginia Woolf gibi birbirlerinden çok farklı yazarları etkilemiştir. Leon Edel’in hazırladığı The Life of Henry James (1953-72; 5 cilt) kapsamlı bir yaşamöyküsüdür.

DİĞER ÖNEMLİ ESERLERİ :
Romanları: Watch and Ward (1878; Nöbet ve Koğuş), The Europeans (1878; Avrupalılar), Confiderıce (1879; Güven), Washington Square (1880; Washington Meydanı. 1983), The Reverberator (1888; Yankılayıcı), The Other House (1896; Öbür Ev), The Sacred Fount (1901; Kutsal Pınar), The Ivory Tower (1917; Fildişi Kule). The Sense of the Past (1917; Geçmiş Duygusu).
Öyküleri: A Passionate Pilgrim urıd Other Tales (1875; Tutkulu Yolcu ve Başka Öyküler), An International Episode (1879; Uluslararası Bir Ölay), The Madonna of the Future and Other Tales (1879; Geleceğin Meryem’i ve Başka Öyküler), The Diary of a Man of Fifty (1880; Elli Yaşında Bir Adamın Güncesi), The Siege of London (1883; Londra Kuşatması), Tales of Three Cities (1884; Üç Kentin Öyküsü), The Author of Beltraffio (1885; Beltraffio’nun Yazarı), The Aspern Papers (1888; Aspern Yazıları). A London Life (1889; Londra’da Bir Yaşam), The Lesson of the Master (1892; Ustanın Dersi), The Private Life (1893; Özel Yaşam), Terminations (1895; Bitişler), Embar- rassments (1896; Sıkılmalar), The Soft Side (1900; Yumuşak Yan), The Better Sort (1903; İyi Çeşit), Julia Bride (1909; Gelin Julia), The Finer Grain, Jesse ve Frank (1910; İnce Tane), The Outcry (1911; Çığlık).
Oyunları: Daisy Miller (1883), The American (1891; Amerika­lı), Theatricals (1894; Amatörler İçin Oyunlar), Guy Domville (1895), Theatricals:Second Series (1894; Amatörler İçin Oyunlar:İkinci Dizi), The High Bid (1908; Yüksek Teklif).
Edebiyat ve sanat incelemeleri: French Poets and Novelists (1878; Fransız Şair ve Romancıları), Hawthorne (1879), The Art of Fiction (1884; Kurmaca Sanatı), Notes on Novelists (1914; Romancılar Üzerine Notlar), Notebooks (1947; Def­terler).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder